Peki neden yazıyorum? Yazıyorum çünkü canım sıkılıyor. Ayrıca, Allah inandırsın ama yazabiliyorum. Nihai olarak da yazıyor eğleniyorum. Buzağı altında saman aramaya ne gerek var? Siz de okuyup eğleniyorsanız neyi irdeliyorsunuz? Üzümünü yiyin, çekirdeğini çiğneyip yutun, lütfen. Çok kurcalamayın.. Metabolizmanızı bozarsınız. Ne gerek var?


18 Temmuz 2012 Çarşamba

Üzgünüm Buffy :(

Tamam yazacağım.. Buffy.. Haziran'dan bu yana 7 sezonunu da seyrettim, hatmettim... Seviyorum.. Hastasıyım...

Fakat....

Yahu arkadaşlar http://www.photofunia.com/ diye bir site var.. İnanılmaz morf resimler üretebiliyorsunuz..

Misal; "Angelina Jolie ile kendi karışımım nasıl olurdu?" yahut "Birazcık David Becham'a benzesem nasıl olurdum?" diye mi merak ediyorsunuz?

Etmeyin!! Girin photofunia sayfasına. Yükleyin resminizi.. Ta tata ta taaaaam.. İşte ikinizin amorf hali bilgisayarınızın ekranında :)))

Ya da Brad Pitt'le yahut Gisele Bundchen ile bir çocuğununuz olsa neye benzerdi diye mi merak ediyorsunuz?? Dedim ya etmeyinnnnnnn.. Onu da görmeniz mümkün (Yalnız hoşunuza gitme garantisi yok.. Bilesiniz :p)

İşte size bir örnek vereyim. George ile yavrumuzun resmi..

Bana daha çok benzemiş...

O kadar olacak...

Dominant genler bende belli ki :D

Haydi kalın sağlıcakla....

3 Temmuz 2012 Salı

Moda Moda

Dışarıya çıktığım zamanlarda dikkat-i nazarıma takılan birşey oluyor son yıllarda. Sadece benim değil, arkadaşlarımın da dikkatini çekmiş ki geçenlerde kendimizi konuyu tartışırken bulduk.

Gündelik yaşamdaki moda. Üstümüze başımıza alıp giydiğimiz kıyafetler..  Tercihler.. Topuklu ayakkabılar üzerinde zor yürüyen genç kadınlar.. Her biri Vogue magazine kapağına çıkacak gibi yapılmış saçlar ve makyajlar..

Yanlış anlamayın.. Giderek daha bakımlı bir toplum olmamız harika birşey.. Ama bir yandan da kendine yakışanı giyme olgusu var ki göz ardı edemeyiz.

Genel olarak dünyada gençler arasında kabul gören tarz, gündelik yaşamda bile gösterişli görünmek. Pırıltılı olmak.. Dikkat çekmek.. Konuşulmak... Görülmek..

Bizim gibi eski okullular ise hala içinde en rahat ettiğimiz şeyi üzerimize geçirme konusunda istikrarlıyız.  Dikkat çekmenin kıyafetle olmadığı, kişisel özelliklerinin çok ön planda olması gereken 90'larda genç olduğumuz için midir bilinmez ama etektense pantolon, fönlü saçtansa alelacele yapılmış topuz, tam teşekküllü bir makyajdansa ruj-rimel-allık tercih etmemiz bundan olsa gerek..

İşte bunları tartışırken birden farkettim.. Her kuşak, kendini ifade ettiğine inandığı dış giyim tarzını bir önceki kuşağa tepki olarak geliştiriyor!


50'lerde moda anlayışı klasik ve elegan olarak tarif ettiğimiz, fazla cesarete yer vermeyen, göreceli olarak tutucu, radikal olmayan, sade ama şık bir anlayışa sahipti.

60'lı yıllarla birlikte, (ve 50'lere tepki olarak) moda ve hayat anlayışı fazlasıyla renkli ve cafcaflı bir hal aldı: Kedi gözleri, takma kirpikler, kabarama kabarama krepeli saçlar, ve kim bilir daha neler neler...

Bunun sonucu olarak 70'lerdeki ana akım, 60'lara tepkisel bir aşırı sadelik olarak belirdi. Hatta bu aşırı sadelik zamanla kendini aşıp ve de şaşıp, herkesin bitli turist gibi göründüğü pespaye ve "özellikle" bakımsız görünme çabasına dönüştü.

Ama bu aşırı uçtaki biçimsiz-bakımsız görünüme de bir alt kuşak şiddetli bir reaksiyon gösterecekti.


Nitekim, 80'ler, 60'lı ve 70'li yılların güçlü renkler içeren uçlardaki moda anlayışına inat önce pastel (beyaza yakın maviler, sarılar, pembeler giyen bayanlar ve açık gri takım elbiselerle dolanan bayların oluşturduğu silik, görünme zorluğu yaşatan, trafik kazalarına yol açma kapasitesi yüksek) tonları hayatımıza getirdi.

Uyumsuz renklerin devasa vatkalarla harmanlandığı bu ilk yıllarda gösteriş özlemi o kadar ağır basıyordu ki kısa bir süre içinde 70'lerin paspal sadelik ötesi bakımsızlığından sıkılmış biçimsiz bir tuhaf kokoş kuşak gelişti. Uyumsuz renkler, geometrik formlar, vücudu olduğundan büyük gösteren giysiler, o kıyafetlerin için Beetle Juice sıkılmış kafaları gibi durulmasın diye 60'ların saçlarından bile daha kabarık, bülbül yuvalı saçlar, herşey de fosfor, herşey de sim, parıltı, pırıltı.. Kabus!!! Kabus!!!!!
O dönemi yaşayan bilen herkesin, ırk, dil, din, renk ayırt etmeden herkesin kabul ettiği yegane gerçektir bu.. 80'ler insanoğlunun yüz karasıdır.. O yüzden kimse 80'lerdeki fooğraflarını paylaşmak istemez. Birisinin karizmasını sıfırlamak için birebir yoldur o zamanki fotoğraflarını tarayıp sosyal medyada paylaşmak..

Ve bir alttan gelen kuşak bu kabusa tepki vermekte gecikmedi. 90'lar, "beni kıyafetimle değil kişisel özelliklerimle kabul edeceksin arkadaşım" dönemiydi.

Saçını nasıl yaptığın, nasıl giyindiğin, ne mücevherat taktığına sadece sadece sen karar veriyordun. Üstelik ruh durumuna göre istediğin gibi değişebiliyordun. Değişmek iyiydi! Gümüş yüzükler ve kolyelerin gırla gittiği, neredeyse istisnasız herkesin kot pantolon, ceket, etek giydiği, Rock müziğin tekrar kıpırdanmaya başladığı, taytların, yüksek belli pantolon ve yerlere kadar uzun anvelop eteklerin üzerine daracık ve kısa tişörtlerin giyildiği, ve neredeyse hemen hemen her kombinasyonun üzerine bol, önü açık erkek gömleği ve altına bot geçirildiği yıllardı.

Bir rimel, bir de ruju olanın başka birşeye ihtiyaç duymayacağına inanılan naif yıllardı 90'lar. Yapılan en büyük lüksün uzun saçlara dümdüz pırasa fönü çektirmek olduğu yıllar.
Kadınların 50'lerdeki elegan, 60'lardaki gibi bimbo dimbo, 70'lerdeki gibi gözü kör vericilikte özgürlükçü, 80'lerdeki gibi kişiliksiz olmadığı yıllardı.

Bununla birlikte cesur, değişimi takdir eden, herkesin farklı olma ihtiyacını anlayan ve buna uyumlu, ihtişam ve gösterişi gereksiz bulan ama asla pasaklı ve sefil görünmeyen, vatkasız, simsiz, krepesiz yıllar..

Dünya genelinde, iş odaklı, beyaz yakalı kadın sayısı arttı. Kadınlar bu zaman içerisinde dişi kimliklerini tamamen bir kenara bıraktılar. Erkeklerde maskülen akımlar ve davranışlar ayıp sayılır oldu. Alttan gelen kuşakta kıpırdanma başlamıştı..

2000'ler dişiliğin ve erkekliğin geri döndüğü elagan ve şık yıllardı. 50'lerin, 60'ların ve hatta 70'lerin çizgileri modernize edilerek ve dişiliklerini hatırlamak isteyen kadınların sevinç tezahüratları içinde günümüze döndüler.

Fakat bu sefer moda ve hayat anlayışları üst üste oturmadı. Kadın'ın sosyal konumu bahsedilen yıllara kıyasla o kadar değişmişti ki kostümlerin romantizmi durumu değiştiremedi. Kadının iç çatışmalarına örnek olarak mükemmel bir dönemdi. Güçlü olmak için erkek gibi olman gerekli değil denmeye başlanan yıllardı.. Milattı.. Zordu..

İşte bu arada ne oldu hala anlaşılmış değil ama bir alt kuşak 2010'larda 80'leri bile gölgede bırakacak bir gösterişle tarih sahnesinde hasıl oldu. 80'lerin tüm ışıltısı ve pırıltısı geri gelmiş ama tüm biçimsizliği olduğu yerde bırakılmıştı. Vücut hatları belirgin, dişilik hat safhada, saç, makyaj ve ayakkabılar top modelleri kıskandıracak türdendi.

Neden? Neye tepki olarak? Henüz daha bulamadık arkadaşlarla.. Bulan bilen varsa üşenmesin yazsın.. Aydınlatsın bizleri...

Şimdilik bu kadar..

Zaten ansiklopedi fasikülü dolduracak kadar yazdım kendimi aşıp yine..

Haydi kalın sağlıcakla....


Hamiş: Bir sonraki yazı "BUFFY The Vampire Slayer" üzerine olacak.. Kitaptaki konuyu çalışın gelin. İçinizden birine anlattıracağım..

13 Mayıs 2012 Pazar

Anneler Günü

Haydi hep beraber söylüyoruz.. Kurr kuru okumayın.. İçinizden söyleyin.. Mırıldanın.. Neş'e içinde avazınız yettiğince bağırarak icra edin isterseniz:)

Buuuu gün bayram..
Erken kalkın çucuklaaar..
Giyelim en güzel giysileriii..
Elimizde taze kır çiçekleriiii..
Üzmeyelim bugün annemiziiiii... :))

Barış abi'ye Allah'tan rahmet dileyelim..
Güzeller güzeli, biricik, yeri doldurulamaz annelerimizin bir değil 365lük anneler günlerini kutlayalım..

Haydi şimdi internet başında zaman harcayacağınıza, kalkın giyinin de annenizi şımartmaya gidin arkadaşlar..

Her geçen günle gençleşmiyorlar, unutmayın..

Elinizdekinin kıymetini bilin.. Onlara onları ne kadar sevdiğinizi onlar halen hayatta, akılları yerinde, elleri ayakları tutuyorken gösterin..

E haydi ama.. Oturuyorsunuz halen..

TÜM ANNELERİN ANNELER GÜNÜ KUTLU OLSUN!

8 Mayıs 2012 Salı

Tüm Kadınların Güzelliği Adına

Temcit pilavı gibi gene döndün sokaktaki isimsiz kadının güzelliğinden dem vuruyorsun demeyin.. Bir grup bekar (evli olanlar fikir beyan edemediler yazık:p) erkek arkadaş "Megan Fox'un güzelliği bir ton estetik ameliyat abicim ya" dememe "Olsun.. ne önemi var mühim olan insanlik" benzeri cevaplar verdikleri için ifrit oldum. Ne yapayım? Tamam.. Allah'ı var.. Hoş hatun(du).. Estetik mestetik.. Ben bile bakarken "helal olsun" dedimdi. Ama duracağın yeri bileceksin ablacım ya.. Sen fıstık gibi olmuşken şimdi çan eğrisi gibi eskisinden de beter bişi oldun çıktın..

Şimdi ben sokaktaki kız kardeşlerime "hey sista.. soul sista.." sen bu kadından bin ton güzelsin dediğim için eleştirilemem. Eleştirilsem de kabul etmem zaten. Bir kulağımdan girer, ötekinden çıkar.

Beyler, kusura bamya şimdi.. Elinizdekinin kıymetini bilin.. SPA mıpa hediye edin eşinize, sevgilinize..Megan Fox ile birlikte olsaydınız, sabah uyandığınızda yanınızda göreceğiniz kişinin son yüz halini aşağıdaki resme tıklayıp iyice bi inceleyin..

Vallahi kalpten hücceten gidiverirsiniz.. Uyarmadı demeyin, bak..

Kalın sağlıcakla..

MEGAN FOX EVRİMSEL DEĞİŞİM İZLENGESİ (lol)

Hamiş: Söz veriyorum artık Megan Fox hakkında yazmayacağımmm.. Benim içim daraldı yaw.. Ooooofffffff ://///

5 Mart 2012 Pazartesi

Fatmagül'ün Suçu Yok

Şimdi normalde diziydi filmdi gibi seyir keyfi olan eğlenceliklerdeki ana formul nedir? Her bir senaryoda muhakkak bir esas kız ve esas oğlan bulunur. Hayvanlarla ilgili ise esas hayvan belllidir. Bu esas karakterlerin yanında onlara kıyasla daha silik yandaşlar ve karşısında en az onlar kadar kuvvetli kötüler vardır. Filan filan.. Değil mi?

Peki, tüm dünyada ana formül de bu olduğuna göre diyebilir miyiz ki esas kız/oğlan seyirci tarafından sevilir, desteklenir, feşmekan.. Evet. Bal gibi de deriz.. Yani psikolojik sorunlar yoksa genelde kötünün tarafı tutulmaz.. Ha sempati filan duyulabilir ama esaslı karakter daima kötülere tercih edilir.

Buraya kadar tamam. Peki bana bir Allah'ın kulu "Fatmagül'ün suçu ne?" dizisindeki zevzek Kerim'in esas oğlan olmasına rağmen neden benim sinirlerimi hoplattığını, nefes daralması yaşamama sebep olduğunu, ruhumu cincivit ettiğini açıklayabilir mi?

Yahu karakter salak! Orası zaten su götürmez bir gerçek. Yani kafayı kızın kendisini sevmesine öyle takmış durumdaki dokunsan "heeyt", dokunmasan "höyyt" halinde.. Kafasız!! Kızı ifrit edecek şekilde sorular sorup, sonra kız daha ağzını açmadan "Tamam. Tamam. Cevap verme" gibisinden manasız monologlar içerisinde.

Haydi hepsi neyse.. Ama bu geçen haftaki bölümde yaptıkları midemdeki asidi artırıp ülserimi azdırmakla kalmayıp, çene kasılmasından mütevellit migrenimin de tutmasına sebep oldu.

Neden?

Beraber irdeleyelim..

Durum şu: Fatmaroz, eski nişanlısı Mıstık tarafından kaçırılmıştır. Mıstık, hırsını alamayıp -o sırada psikolog teyzeye, kendini Fatmaroz'un başına gelenlerdeki payı nedeniyle affedemediğini söylemekte olan- Kerim'in cep telefonu "Fatmaroz ile ben ölsek de yaşasak da anca beraber kanca beraber" diye sesli mesaj bırakır.

Bu arada tüm dizi eşrafı bu kaçırılma olayı dolayısıyla karakolda toplanır. Herkes duruma uygun tepkiler verir: Sapkın kuzenler sapkın sapkın gülerler, ebe hanım teyze tombul dudaklarını büzerek ağlar, Reşat efendi söylenir, avukat kayınbiraderi pislik pislik bakınır, Fatmaroz'un abisi (en gerçekçi performansla) yıkılır..

Yani olması gereken her şey olur. Verilmesi gereken her tepki verilir. Herkes karakterinden bekleneni yapar. Kerim oğlumuz hariç. Hindi gibi kabaran yavrumuz, basiretsiz kişilik örneği olarak, soruna çözüm arayacağına o kadar acılı insana nispet olsun diye çözülmesi gereken yepyeni sorunlar yaratır. Psikolog teyze, manasız derecede empatik ve asap bozucu ses tonuyla, Kerim'i sakinleştirmeye çalışır. (Bu arada be teyzecim ne işin var orada. Danışanlarınla bu derece yakın olmaman gerektiğini öğretmediler mi sana klinik master eğitimi yaparken? Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olup kaçak psikologluk mu yapıyorsun nedir senin durumun??). Ama faydası olmaz. Abartılı ve sahte öfke krizi sonrasında Kerim evladımız polisle birlikte arama kurtarma çalışmalarına katılır.

Neyse ne.. Bir sürü manasız olay sonrasında -o sırada halen karakolda bulunan- Mıstık'ın hamile karısı Ahuhacer, Fatmaroz'un nerede tutulmuş olduğunu anlar. Ve fekat; karakolda bulunmasına ve her yerde resmi görevli polis memurları bulunmasına rağmen ne yapar? Fatmaroz'un bulunduğu yeri polise değil, telefon açıp Kerim'e söyler. E pes doğrusu!!

O esnada, Riva'da bir yerlerde polis otosuyla şehre dönmekte olan Kerim, bu durumda her aklı başında vatandaş gibi polise "Memur bey, arabayı döndürün felan yerdeki boş fabrika var. Fatmaroz'u orada tutuyormuş Mıstık" demek yerine "Beni burada indirin" der. Polisler de bu salakla (ki ben olsam başta arabaya bile almazdım) daha fazla uğraşmak istemediklerinden "Buralarda taksi bulamazsın ama" deyip Kerim'i araçtan indirirler.

Riva dediğiniz yer öyle avuç içi kadar bir yer değil. Dolayısıyla, köşeyi dönünce fabrika karşına çıkmaz. İki sokak ileride filan da hiç olamaz..

Bu bizim şaşkın ördek yavrusu başlar koşmaya..

Be evladım, fabrikanın nerede olduğunu biliyorsun da ona göre mi koşuyorsun??

Varsay yanlış tarafa koşmuşsun (nitekim öyle olduğu anlaşılıyor sonradan) gerisin geri koşayım derken kaybedeceğin zamanın farkında mısın?

 Madem keçileri kaçıran Mıstık'ın Fatmaroz'a bir zarar vereceğinden korkuyorsun zaman kaybetmek mantıklı bir çözüm müdür be akılsız çocuk??

"Fatmaroz'u ben kurtarıcam" diye taktığın için kafana, sen halen henüz koşarken Mıstık, Fatmaroz'u öldürse bunun suçlusu sadece Mıstık mı olur???

Senin aptallığının da etkisi olmaz mı? Hazır polis arabasındayken olaya müdahale edilmesini engellediğin için be zevzek???

Üstelik bir de seni kamyonuna alan adama "abi hızlı gidelim biraz" diyorsun. Diyemezsin kardeşim. O bir ağır vasıta şöförü. Gideceği hız belli. Kaldı ki seni fabrikaya kadar da götürmez. Yol ayrımında bırakır. Oradan gene tabana kuvvet koşacaksın ki Fatmaroz ölmeden yetişesein. Ha bu arada dilin dışarda yorgunluktan heba olacağın için Mıstık'ın seni üç kez üfleyip bir kez de püfleyerek yere sermesi ihtimali de kuvvetle muhtemel.

Anladık; Fatmaroz'un köydeyken başına gelen trajediden dolayı kendini suçluyorsun. Suçlamalısın da zaten. Beter olasın!!! Sapkın kuzenlerden nehiç bir farkın yok aslında. Kızcağızı tutup kendi ellerine teslim etmişsin heriflere. Adisin!! Sonsuza kadar sürünmen fena olmaz açıkçasını söylemek gerekirse..

Ama sırf sen kendini affedeceksin/affettireceksin diye kaçırılan kişinin (ki çok sevdiğini söylüyorsun kızı) yerini bildiğini sakla, polisi atlat, ormanda elinde baltayla koşarak kız kurtarmaya git... O ha!!! Harbi o ha!!!! Sen nasıl esas oğlansın be abijim??? Senden esas oğlan filan olmaz... Kandırmışlar seni.. Söylemedi deme..

Ha o kadar koştun koştun da ne oldu? Mıstık bir hamlede yapıştırdı yere seni. Tam baltayı kafana indirecekken, Fatmaroz vurdu Mıstık'ı seni korumak için. Kızı katil yaptın bir de..

Ne o efendim Fatmaroz'u kurtaracak kişi sadece ve sadece sen olmalısın ki evliliğin gerekleri konusunda ileri adım atabilin. Dangalak!!!!!!!
Anlamadığımı sanmayın. Anlıyorum. Senaryo gereği Kerim'i seyirci gözünde temize çıkarmak önemli bir gereklilik. Aksi takdirde Kerim ile Fatmagül'ün ilişkisini meşrulaştırmak mümkün değil. Çünkü her ne kadar Kerim mütecaviz olmasa da olayın vuku bulmasına neden olan ve ortamı oluşturan kişi.

Dolayısıyla, Kerim'in esas oğlan olarak temizlenmesi ve Fatmagül'ün sevgisini haketmesi gerekiyor. Senaryo da bu amaçla ve buna uygun hazırlanmaya çalışılıyor. Bu da çok ama çok doğal. Ama karakter o kadar sunni, o kadar empati kurulamaz ve o kadar cahil ötesi aptal ki... Tahammül etmek mümkün değil...

Orijinal filmde hikaye bir aşk hikayesi değildir. Seyredenler bilir.. İnanılmaz bir sistem eleştirisi vardır filmde. Hülya Avşar'ın oynadığı Fatmagül'e üçü zengin şehirli, biri fakir köylü dört genç tecavüz eder. Mütecavizlerin hepsi tutuklanıp hapse atılır. Zengin çocukların aileleri Aytaç Arman'ın oynadığı fakir köylü oğlandan para karşılığında Fatmagül'le evlenmesini talep ederler. Fatmagül kendisine tecavüz eden adamlardan biriyle evlenince kanun karşısında "temizlenmiş" sayılır ve dava da düşer. Aytaç Arman'ın karakteri, köydeki insanların da dedikodu ve sataşmaları sonunda kendisi de dahil dört adam tarafından kullanılmış ve "kirletilmiş" bu zavallı köylü kızıyla evlendiğine o kadar içerler ki habire içer içer kızcağızı aşağılar, döver, hayata tam anlamıyla küstürür. Hayatta tutunacak dalı olmayan (tek akrabası ciddi derecede zeka özürlü olan ağabeyidir ki onun da elinden kendine bakmak bile gelmez) biçare kızcağız çaresizlikten bu adama bağlanır. Başka bir alternatifi de yoktur zaten. Yine de zaman içerisinde birbirlerini tanıyıp, birlikte olmaktan hoşlanan bu iki insan köydekilerin dilinden ve gözünden kaçmak için bir ıssız adaya yerleşir. Fakat başka sapkın ve azgın adamlar Fatmagül'ün peşini bırakmaz. Nihayet; oğlan yapması gerekenin yavaş yavaş sevmeye başladığı ve bağlandığı karısına sahip çıkmak olduğunu anlar. Böylece karısını alıp köye geri döner. Tekneden başı dik iner. Omzunda karısının hiç açılmamış çeyiz sandığı vardır. Köydeki konuşmalar belli ki durmayacaktır ama durulup yavaşlayacaktır. Aytaç Arman'ın yüzünden ilişkisini cesurca sahiplendiğini okunur. Hülya Avşar'ın yüzünde ise geleceğe dair umut vardır.

Böylesi bir filmden böylesi bir dizi çıksın.. Yazık.. Gerçekten yazık..

Hamiş: Sen de seyretme bacım madem ülserin azdın, migrenin çoştu diyenlerinize. Evde çoğunluğun istediği kanal açılır. Bilginize ;-)

16 Ocak 2012 Pazartesi

Aşk hayatımızı derinden etkileyen diziler nelerdir?

Gelmişsiniz 35+'lara halen biz niye bekarız diye soruyor musunuz?

Hayır size sormuyorum. Geçen hafta buluştuğum arkadaşlarıma sorduğum soruyu yineliyorum..

X kuşağında daha bir kez bile evlenmemiş bir sürü adam varken Y kuşağı evli barklı hale nasıl geldi birden diye konuşuyorken felsefi bir aydınlanma yaşadık da.

Söz konusu Y kuşağının 90 ve 2000lerde izlediği dizilerde aşk meşk evlenip zırt diye çoccuk yapmak çok ama çok sık rastlanan bir konuydu. Y'den sonra ve Z'den önce gelen ara kuşakda (neydi bunların kuşağının adı? hatırlatıverin biriniz) ise durum daha da vahimdi.. Aşk meşk olmadan çocuk yapıp, hem üniversite bitirdiler, hem iş kadını oldular, hem cart hem curt.. İnanılır gibi değil..

Biz büyürken ise oynayan diziler -her ne kadar fenomenal (bu ne be?!? böyle bir kelime var mı gerçekten??) olsalar da- uzun süreli ve üzeri kapalı flörtlerle dolu bir türlü adı konmamış ve neticeye varmamış gönül ilişkisi içeriyordu ki bizim X kuşağının -kadın ya da erkek- ciddi bir taahhüt altına bir türlü girememe sebebinin asıl nedeni de budur bence..

Kaçınız "Muhteşem İkili" isimli harika diziyi hatırlıyor??

Hmm yaşlarınız ortaya çıkmaya başladı hanımlar beyler :)))

Yurt dışında "Remington Steele" adıyla yayınlanan dizi biz de henüz Star kanalı bile kurulmadan önce TRT'de yayınlanırdı. Dizi de kadın olduğu için dedektiflik şirketine müşteri çekmekte zorlanan Laura Holt bir pazarlama tekniği kullanımına başvurup şirketiyle aynı adı taşıyan özel dedektif rolünü yapacak bir aktörü işe alır. Olayları Laura çözer, Remington genelde ayağına bağ olur ama olsun müşteriler gelir, hizmet alır, memnun kalır, peşin para öder, çark da dönerdi..

Remington şakacıydı, haylazdı, flörtöz ve vurdumduymaz, vur patlasın çal oynasıncı yakışıklı bir adamdı ama bir o kadar da duyarlı ve anlayışlıdır fekat bunu göstermek yerine gizlemeyi tercih ederdi (nedeeeen yarabbim neden???).

Laura ise onun aksine ciddi, işine odaklı, kararlı, hayatı yaşamayı erteleyen bir kadındı. Remington rolünde mükemmel ötesi insan Pierce Brosnan vardı. Gencecik.. Ter-ü taze.. Çıtır çıtır :))
O zamanlar erkeklerde kabarık saç modaydı. Kadınlar vatka kullanmaya yeni başlamışlardı. Ve bıyık nihayet demode olmuştu..

Peki sürekli birbirleriyle didişen, sürekli olarak üstü kapalı flört eden, birbirini diğerlerinden kıskanan ve bunu farkettirmemek için umursamaz görünen bu çifte en son ne olmuştu hatırlayanınız var mı?

Yok. Değil mi?

Ben söyleyeyim: Şirketin ismini değiştirip Laura'nın hak ettiği tüm takdirleri alabilmesi için Remington Steele gerçekleri açıklıyor ve ayrılıp gidiyordu. Sonra dönüyordu gerçi.. Ama ne yapmaya dönüyor ondan emin değilim.. Yine de bir öpüş koklaş oluyordu finalde..

- Peki elinizde başka kanıt var mı avukat hanım?

- Olmaz mı tonton hakimim. Hulusim Kentmenim.. Savunma ikinci tanığını çağırıyor.

"Zorlu İkili" (nedendir bilinmez başrolde 2 ana karakterin olduğu her film ya da dizinin adı 'bilmem ne ikili'dir Türkiye'de :D) dizisinden Dempsey ve Makepeace ikilisi.

Amerikanya'da polis olan Dempsey -hatırladığım kadarıyla- disiplinsizlik suçuyla İngiltere'ye exchange police (var mı böyle bir şey yahu??) olarak gönderilir.

Scotland Yard'ın gözü kara, kendi sarışın, sıkı feminist olan kadın polislerinden ismi bir porno yıldızını çağrıştıran Makepeace ile ortak olarak Londra sokaklarında koşturup dururlar.

Makepeace, kendinden oldukça emin, ukela, soğuk nevalenin tekidir. Dempsey ise İngiltere'de bir Amerikanyalı olmasının verdiği karizmayla havalı bir magirüs gibidir. Şakacı, vurdumduymaz, çapkın, flörtöz, gayri ciddi bir adamdır.

(Düşünün dizinin orjinalinde biri amerikan, diğeri ingiliz aksanı ile konuşuyorlardı. Tadından yenmez.. Zıtların çekimi..)

Dizi finalinde ne oluyordu peki? Kavuşuyorlardı kavuşmasına ama Dempsey mafya tarafından vuruluyordu, ölümcül bir şekilde yaralanıyordu. Makepeace nevalesini bu bile ısıtamıyordu (sonradan öğrendik ki kadın oyuncu Hollandalıymış meğer.. Herşey yerli yerine oturdu bu bilgi ışığında tabi:p).

Ve geldik tüm zamanların en şahane dizisine...

TV dizilerini kökten değiştiren fenomen: MOONLIGHTING.. ya da bizdeki adıyla MAVİ AY!!!!!

Benim şahsi tarihimde beni en çok etkileyen karakter Elisabeth Taylor'ın oynadığı Hırçın Kate karakteri sonrasında, Cybil Shepherd'ın canlandırdığı karakter Maddie Hayes olmuştur.

Bu David Addison rolündeki Bruce Willlis'e sulu zırtlak aşık olmam sebebiyle mi oldu, yoksa David Addison gibi laubali, ele avuca sığmaz bir adamı ancak Maddie Hayes gibi oturaklı, ciddi, kararlı ve fekat ne yazık ki şaşkın bir kadın dengelediği için mi bilmem..

Ama annemin bizi 1989 senesinde bir cuma akşamı için götürmek istediği açık havadaki Paco de Lucia konseri saatleri dizinin saatleri ile çakışıyor diye ufak çapta bir inme geçirip nefes alamaz hale gelip yemeden içmeden kesildiğim ve bunun sonucunda annemin - muhtemelen içinden oldukça sayıp söverek- beni ve kardeşimi eve bırakıp anneanneme çay içmeye gittiği ve bu yüzden konseri kaçırdığı düşünülecek olursa ergen ruh halimin ciddiyeti netlik kazanacaktır, kanısındayım.
Bırakalım beni de; hanginiz bana Maddie'nin kasığına kadar yırtmaçlı rengarenk ipek-krep elbise ve eteklerinin altına giydiği spor ayakkabıları hatırlamadığını söyleyebilir?

Ya da David'in meşhur kalpli boxer donunu unutan oldu mu? Bugün ülkemizde üstü şekilli boxer donlar halen satılıyorsa bunun sebebi David Addison'dır.

Ve bütün bir X kuşağı; ilk flört etmeye başladığı dönemden bu yana kedi fare tadında flört edip de beyin sersemi olduysa, dahası 30'larının ortasını çoktan geçtiği halde ne istediğine, kimi istediğine, neyi beklediğine, ne beklediğine bir türlü karar veremeyip de halen bekar kaldı ise bunun başlıca suçlusu Mavi Ay Dedektiflik sahibi Maddie Hayes ve ortağı David Addison'dır!!!

- Davacıyım hakim bey! Kayıtlara geçsin!

- Reddedildi. Avukat hanım siz evlisiniz!

- Ben arkadaşlarım için davacıyım hakim bey..

Ve son olarak... The Beauty and the Beast. Aslan adam Vincent ve aslan saç kesimini moda yapan kadın Linda Hamilton'ın oynadığı gazeteci Catherine.
Şimdi burada elimizi vicdanımıza koyup şunu kabul etmeliyiz: Bu çiftin işi gerçekten zordu.

Yani biri zaten yarı aslan.. Daha ne olsun?

Yer altında yaşıyor. Eski püskü kaftanlar giyiyor.
(Hmm bu durumda Mutteşem Sülüman'ın giydiği kaftan tasarımları Tudors'dan, Tudors'larınki Aslan adamdan alınmışsa Hogwarts Büyücülük Okulu hocalarının kaftanı ne renk olur?)

Şimdi bunlar en başında ilişkilerini sahiplenmiş olsalar dahi bir türlü tam birlikte olamayan bir çift olarak kaldılar. Neden mi? Dikkatli okumuyor musunuz arkadaşlar?? Adam aslan yahu!! Nedeni niyesi mi var?? Gece yarısı midesi kazınsa lüp diye yutar yanındakini.. Tövbe tövbe...

Gerçi, Catherine arasıra gelip Vincent ile entellektüel sohbetin ve klasik müziğin doruklarda olduğu mum ışıklı, kırmızı şaraplı geceler geçirdi yer altı tünellerinde. Vincent da gecenin bir köründe, Catherine'nin evinin teras balkonunda bitiverdi onu uyurken seyretmek için. (Hah bu da ayrı mevzu zaten.. Aslan adam mı yoksa Örümcek adam mı bu Vincent?? Koskoca binaya diklemesine nasıl tırmanıyor aslansa?? Bizim bilmediğimiz ne gibi başka genetik deformasyon özellikleri var?)

Tüm bu adını saydığım diziler içinde gerçek bir ilişki içinde olan tek çift onlardı. Ama onların da sonu pişmiş tavuktan beter oldu: Dizinin sonunda Vincent ile Catherine'nin bir oğulları (nasıl yani?? nası olabilir?? ama yok artık naaayırrr!!!!) oldu, Catherine Vincent'ın düşmanlarınca öldürüldü, Vincent mecnûn oldu, falan filan..
Sen büyürken seyret bunca içinden çıkmaz diziyi, nihayete ermeyen flörtleri, erdiğinde dizi bitsin sonrasında ne oluyor göreme öğreneme, bir araya gelenlerde ilişkiyi yüzlerine gözlerine bulaştırsınlar üstelik. Sen de kukumav kuşu gibi oturmuş sor "bizim kuşak neden halâ bekar?" diye..
Bekarsın çünkü gelişme çağında aşk ve ilişki modeli olarak aldığın örnekler yukarıda.. Daha ne olacaktı??
Ama şükret sen yine de..
'Y kuşağı' ya da 'Y'den sonra Z'den önce kuşağı' gibi olabilirdin... Mazallah!!! Halin o zaman nice olurdu?? Bir düşün.. Anlayamazsan tekrar konuşalım..