Peki neden yazıyorum? Yazıyorum çünkü canım sıkılıyor. Ayrıca, Allah inandırsın ama yazabiliyorum. Nihai olarak da yazıyor eğleniyorum. Buzağı altında saman aramaya ne gerek var? Siz de okuyup eğleniyorsanız neyi irdeliyorsunuz? Üzümünü yiyin, çekirdeğini çiğneyip yutun, lütfen. Çok kurcalamayın.. Metabolizmanızı bozarsınız. Ne gerek var?


7 Ocak 2013 Pazartesi

Revenge vs İntikam

Şimdi, prodüksüyon anlayışlarının farklılığından, zaman doldurmak için 40 dakikalık dizilerin 1,5 saate uzatılmasından, Türk seyircisi sanki "retarded" insanlardan oluşuyormuşçasına yazılmış replikler ve yapılmış çekimlerden, uzadıkça uzayan insana cinnet geçirten kurgulardan hiiiiiç mi hiç bahsetmeyeceğim.. Hayır! Bunu hepimizi zaten biliyoruz.

Ben başka birşeyden bahsedeceğim. Revenge adlı diziyi 2 sezondur takip ediyorum. Hikayesi, kurgusu ve sürpriz çıkışları ile eğlenceli bir seyirlik. Başroldeki Kanadalı oyuncu Emily VanCamp gerçekten güzel bir iş çıkarıyor. Oynadığı Emily karakterini sevmek ve sevmemek, bu karaktere acımak ile acımamak arasında kararsız kalmanızı çok dengeli bir biçimde sağlıyor. Dexter gibi bir karakter dizideki Emily Thorne karakteri de. Bazı bölümlerde "Yürü be.. Kim tutar seni" diye tezahürat yapmak geliyor içinizden, kimi bölümlerde "o ha ama artık!! İnsaf be yazık değil mi masum çocuğa?" diye tepki veriyorsunuz. Bunda oyuncunun minimal ve gerçekçi performansının yanı sıra yazarların ve yönetmenin katkısını görmezden gelmek imkansız.

Bildiğiniz gibi, yaratıcılık konusunda kısıtlı zamanlar geçirdiğimiz bu dönemlerde, televizyon kanalları Amerika'da zaten iş yapmış, Türkiye'de de (cnbc-e, digiturk, internet, vs) takip edilen dizilerin yerli versiyonlarını yapmayı daha kârlı görüyorlar ki geçtiğimiz yıllardaki çoğu manasız prodüksüyonun sebebi de bu zaten..

Bu sebeplerle, ABC kanalındaki "Revenge" isimli dizide bizde de KanalD tarafından "İntikam" adı ile yayına girmiş bulunuyor.

Eşim ve ben, Beren Saat'i severiz. Pozitif ve ılımlı enerjisi hoşumuza gider. Ayrıca, çok iyi bir kariyer planına sahip zeki bir genç kadın olduğunu da düşünüyoruz. Yani "kocasının yeğeniyle iş pişiren aşifte yenge" rolü üzerine yapışmadan "mağduriyetini ispat etmeye çalışan Fatmagül'e" dönüşmesi bir kenara, oradan intikam dizisindeki "kaderin iplerini eline almış soğukkanlı bir şekilde babasının öcünü almaya karar vermiş bir dişi Hamlet'e" geçiş yapması ancak iyi düşünülerek verilmiş bir karar olabilir. Ki helal olsun. Oyuncular arasında kariyer planlamasına bu kadar önem veren bir o, bir de Kıvanç Tatlıtuğ var. Ki dünyada buna "profesyonellik" deniyor.

Neyse, dağıldım gene.. Niye uyarmıyorsunuz be kardeşim? Biliyorsunuz ipin ucunu kaçırıyorum dalınca.. Aaaa.. Cık cık cık.... (Detektif Nick hep böyle derdi ya. Ha ha ha :D)

Dizi, konuyu "retarded" seyirciye anlatacağız gayesi ile ağır, aksak, itek kakak bir kurgu ile başladı.. Biz de meraktan oturduk birinci bölümü seyrettik.

Nefes darlığı çekerek ama eşim seyretmeye devam etmek istediği için sesimi çıkarmamaya çalışarak izlediğim diziden aklımda kalan tek bir şey var:

Nejat İşler'in zahmetsiz ve sade oyunu. Bir o kadar inandırıcı. Bir o kadar başarılı.. Yani kısaca her zamanki gibi..

Adam oynamaya çalışmıyor. Karakteri gerçek kılacak kadar abartısız bir performans ile herkesten rol çalıyor.

Oynadığı her dizide, her filmde böyle bu.

Dizi nihayet bittiğinde, Ocak ayının soğuğunda kapı pencere açıp nefes alıp verişim normale çevirmeye çalışırken kendime şunu sorarken buluyorum kendimi:

Orjinal dizideki oyuncuların hiç biri büyük film yıldızları omayacaklar. Büyük bütçeli, bol ödüllü prodüksüyonlarda hafızalara kazınan karakterler oynama şansı yakalayamayacaklar. Buna rağmen oynadıkları dizide karakterlerini mümkün mertebe gerçekçi ve sade bir performans ile oynuyorlar.

Ya bizde?

Amerika'da oyuncular prodüksüyonlarda yer alabiliyorlarsa kendilerine "working actor" demeyi tercih ederler çünkü iş bulamamış ve garsonluk yaparak geçimini sağlamaya çalışan bir sürü oyuncu vardır New York ve Los Angeles'ta. Kendilerini "sanatçı (artist)" olarak, yaptıklarını da "sanat (art)" olarak sıfatlandırmazlar. Kendilerinden aktör, yaptıkları işten " hüner/beceri (craft)" olarak bahsederler. Ayaklarının yere basması bundandır. Oyunculuklarının daha sade ve seyredilir olması da..

O yüzden helal olsun Nejat İşler'e.. (Köpek ile oynama sahnesi hariç. Ama o da kurgu da halledilemeyecek bir şey değil. Yönetmene her hafta 1,5 saatlik dizi çektirirsen kurgu da olması gerektiği gibi olmaz tabi). Boğulma riski ile seyrettiğim dizi içerisindeki tek gerçek ve inanılası karakteri yarattığı için..

Ama kimse kusura bakmasın, o bile bu diziyi tekrar izlemem için neden olamaz.

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Üzgünüm Buffy :(

Tamam yazacağım.. Buffy.. Haziran'dan bu yana 7 sezonunu da seyrettim, hatmettim... Seviyorum.. Hastasıyım...

Fakat....

Yahu arkadaşlar http://www.photofunia.com/ diye bir site var.. İnanılmaz morf resimler üretebiliyorsunuz..

Misal; "Angelina Jolie ile kendi karışımım nasıl olurdu?" yahut "Birazcık David Becham'a benzesem nasıl olurdum?" diye mi merak ediyorsunuz?

Etmeyin!! Girin photofunia sayfasına. Yükleyin resminizi.. Ta tata ta taaaaam.. İşte ikinizin amorf hali bilgisayarınızın ekranında :)))

Ya da Brad Pitt'le yahut Gisele Bundchen ile bir çocuğununuz olsa neye benzerdi diye mi merak ediyorsunuz?? Dedim ya etmeyinnnnnnn.. Onu da görmeniz mümkün (Yalnız hoşunuza gitme garantisi yok.. Bilesiniz :p)

İşte size bir örnek vereyim. George ile yavrumuzun resmi..

Bana daha çok benzemiş...

O kadar olacak...

Dominant genler bende belli ki :D

Haydi kalın sağlıcakla....

3 Temmuz 2012 Salı

Moda Moda

Dışarıya çıktığım zamanlarda dikkat-i nazarıma takılan birşey oluyor son yıllarda. Sadece benim değil, arkadaşlarımın da dikkatini çekmiş ki geçenlerde kendimizi konuyu tartışırken bulduk.

Gündelik yaşamdaki moda. Üstümüze başımıza alıp giydiğimiz kıyafetler..  Tercihler.. Topuklu ayakkabılar üzerinde zor yürüyen genç kadınlar.. Her biri Vogue magazine kapağına çıkacak gibi yapılmış saçlar ve makyajlar..

Yanlış anlamayın.. Giderek daha bakımlı bir toplum olmamız harika birşey.. Ama bir yandan da kendine yakışanı giyme olgusu var ki göz ardı edemeyiz.

Genel olarak dünyada gençler arasında kabul gören tarz, gündelik yaşamda bile gösterişli görünmek. Pırıltılı olmak.. Dikkat çekmek.. Konuşulmak... Görülmek..

Bizim gibi eski okullular ise hala içinde en rahat ettiğimiz şeyi üzerimize geçirme konusunda istikrarlıyız.  Dikkat çekmenin kıyafetle olmadığı, kişisel özelliklerinin çok ön planda olması gereken 90'larda genç olduğumuz için midir bilinmez ama etektense pantolon, fönlü saçtansa alelacele yapılmış topuz, tam teşekküllü bir makyajdansa ruj-rimel-allık tercih etmemiz bundan olsa gerek..

İşte bunları tartışırken birden farkettim.. Her kuşak, kendini ifade ettiğine inandığı dış giyim tarzını bir önceki kuşağa tepki olarak geliştiriyor!


50'lerde moda anlayışı klasik ve elegan olarak tarif ettiğimiz, fazla cesarete yer vermeyen, göreceli olarak tutucu, radikal olmayan, sade ama şık bir anlayışa sahipti.

60'lı yıllarla birlikte, (ve 50'lere tepki olarak) moda ve hayat anlayışı fazlasıyla renkli ve cafcaflı bir hal aldı: Kedi gözleri, takma kirpikler, kabarama kabarama krepeli saçlar, ve kim bilir daha neler neler...

Bunun sonucu olarak 70'lerdeki ana akım, 60'lara tepkisel bir aşırı sadelik olarak belirdi. Hatta bu aşırı sadelik zamanla kendini aşıp ve de şaşıp, herkesin bitli turist gibi göründüğü pespaye ve "özellikle" bakımsız görünme çabasına dönüştü.

Ama bu aşırı uçtaki biçimsiz-bakımsız görünüme de bir alt kuşak şiddetli bir reaksiyon gösterecekti.


Nitekim, 80'ler, 60'lı ve 70'li yılların güçlü renkler içeren uçlardaki moda anlayışına inat önce pastel (beyaza yakın maviler, sarılar, pembeler giyen bayanlar ve açık gri takım elbiselerle dolanan bayların oluşturduğu silik, görünme zorluğu yaşatan, trafik kazalarına yol açma kapasitesi yüksek) tonları hayatımıza getirdi.

Uyumsuz renklerin devasa vatkalarla harmanlandığı bu ilk yıllarda gösteriş özlemi o kadar ağır basıyordu ki kısa bir süre içinde 70'lerin paspal sadelik ötesi bakımsızlığından sıkılmış biçimsiz bir tuhaf kokoş kuşak gelişti. Uyumsuz renkler, geometrik formlar, vücudu olduğundan büyük gösteren giysiler, o kıyafetlerin için Beetle Juice sıkılmış kafaları gibi durulmasın diye 60'ların saçlarından bile daha kabarık, bülbül yuvalı saçlar, herşey de fosfor, herşey de sim, parıltı, pırıltı.. Kabus!!! Kabus!!!!!
O dönemi yaşayan bilen herkesin, ırk, dil, din, renk ayırt etmeden herkesin kabul ettiği yegane gerçektir bu.. 80'ler insanoğlunun yüz karasıdır.. O yüzden kimse 80'lerdeki fooğraflarını paylaşmak istemez. Birisinin karizmasını sıfırlamak için birebir yoldur o zamanki fotoğraflarını tarayıp sosyal medyada paylaşmak..

Ve bir alttan gelen kuşak bu kabusa tepki vermekte gecikmedi. 90'lar, "beni kıyafetimle değil kişisel özelliklerimle kabul edeceksin arkadaşım" dönemiydi.

Saçını nasıl yaptığın, nasıl giyindiğin, ne mücevherat taktığına sadece sadece sen karar veriyordun. Üstelik ruh durumuna göre istediğin gibi değişebiliyordun. Değişmek iyiydi! Gümüş yüzükler ve kolyelerin gırla gittiği, neredeyse istisnasız herkesin kot pantolon, ceket, etek giydiği, Rock müziğin tekrar kıpırdanmaya başladığı, taytların, yüksek belli pantolon ve yerlere kadar uzun anvelop eteklerin üzerine daracık ve kısa tişörtlerin giyildiği, ve neredeyse hemen hemen her kombinasyonun üzerine bol, önü açık erkek gömleği ve altına bot geçirildiği yıllardı.

Bir rimel, bir de ruju olanın başka birşeye ihtiyaç duymayacağına inanılan naif yıllardı 90'lar. Yapılan en büyük lüksün uzun saçlara dümdüz pırasa fönü çektirmek olduğu yıllar.
Kadınların 50'lerdeki elegan, 60'lardaki gibi bimbo dimbo, 70'lerdeki gibi gözü kör vericilikte özgürlükçü, 80'lerdeki gibi kişiliksiz olmadığı yıllardı.

Bununla birlikte cesur, değişimi takdir eden, herkesin farklı olma ihtiyacını anlayan ve buna uyumlu, ihtişam ve gösterişi gereksiz bulan ama asla pasaklı ve sefil görünmeyen, vatkasız, simsiz, krepesiz yıllar..

Dünya genelinde, iş odaklı, beyaz yakalı kadın sayısı arttı. Kadınlar bu zaman içerisinde dişi kimliklerini tamamen bir kenara bıraktılar. Erkeklerde maskülen akımlar ve davranışlar ayıp sayılır oldu. Alttan gelen kuşakta kıpırdanma başlamıştı..

2000'ler dişiliğin ve erkekliğin geri döndüğü elagan ve şık yıllardı. 50'lerin, 60'ların ve hatta 70'lerin çizgileri modernize edilerek ve dişiliklerini hatırlamak isteyen kadınların sevinç tezahüratları içinde günümüze döndüler.

Fakat bu sefer moda ve hayat anlayışları üst üste oturmadı. Kadın'ın sosyal konumu bahsedilen yıllara kıyasla o kadar değişmişti ki kostümlerin romantizmi durumu değiştiremedi. Kadının iç çatışmalarına örnek olarak mükemmel bir dönemdi. Güçlü olmak için erkek gibi olman gerekli değil denmeye başlanan yıllardı.. Milattı.. Zordu..

İşte bu arada ne oldu hala anlaşılmış değil ama bir alt kuşak 2010'larda 80'leri bile gölgede bırakacak bir gösterişle tarih sahnesinde hasıl oldu. 80'lerin tüm ışıltısı ve pırıltısı geri gelmiş ama tüm biçimsizliği olduğu yerde bırakılmıştı. Vücut hatları belirgin, dişilik hat safhada, saç, makyaj ve ayakkabılar top modelleri kıskandıracak türdendi.

Neden? Neye tepki olarak? Henüz daha bulamadık arkadaşlarla.. Bulan bilen varsa üşenmesin yazsın.. Aydınlatsın bizleri...

Şimdilik bu kadar..

Zaten ansiklopedi fasikülü dolduracak kadar yazdım kendimi aşıp yine..

Haydi kalın sağlıcakla....


Hamiş: Bir sonraki yazı "BUFFY The Vampire Slayer" üzerine olacak.. Kitaptaki konuyu çalışın gelin. İçinizden birine anlattıracağım..

13 Mayıs 2012 Pazar

Anneler Günü

Haydi hep beraber söylüyoruz.. Kurr kuru okumayın.. İçinizden söyleyin.. Mırıldanın.. Neş'e içinde avazınız yettiğince bağırarak icra edin isterseniz:)

Buuuu gün bayram..
Erken kalkın çucuklaaar..
Giyelim en güzel giysileriii..
Elimizde taze kır çiçekleriiii..
Üzmeyelim bugün annemiziiiii... :))

Barış abi'ye Allah'tan rahmet dileyelim..
Güzeller güzeli, biricik, yeri doldurulamaz annelerimizin bir değil 365lük anneler günlerini kutlayalım..

Haydi şimdi internet başında zaman harcayacağınıza, kalkın giyinin de annenizi şımartmaya gidin arkadaşlar..

Her geçen günle gençleşmiyorlar, unutmayın..

Elinizdekinin kıymetini bilin.. Onlara onları ne kadar sevdiğinizi onlar halen hayatta, akılları yerinde, elleri ayakları tutuyorken gösterin..

E haydi ama.. Oturuyorsunuz halen..

TÜM ANNELERİN ANNELER GÜNÜ KUTLU OLSUN!

8 Mayıs 2012 Salı

Tüm Kadınların Güzelliği Adına

Temcit pilavı gibi gene döndün sokaktaki isimsiz kadının güzelliğinden dem vuruyorsun demeyin.. Bir grup bekar (evli olanlar fikir beyan edemediler yazık:p) erkek arkadaş "Megan Fox'un güzelliği bir ton estetik ameliyat abicim ya" dememe "Olsun.. ne önemi var mühim olan insanlik" benzeri cevaplar verdikleri için ifrit oldum. Ne yapayım? Tamam.. Allah'ı var.. Hoş hatun(du).. Estetik mestetik.. Ben bile bakarken "helal olsun" dedimdi. Ama duracağın yeri bileceksin ablacım ya.. Sen fıstık gibi olmuşken şimdi çan eğrisi gibi eskisinden de beter bişi oldun çıktın..

Şimdi ben sokaktaki kız kardeşlerime "hey sista.. soul sista.." sen bu kadından bin ton güzelsin dediğim için eleştirilemem. Eleştirilsem de kabul etmem zaten. Bir kulağımdan girer, ötekinden çıkar.

Beyler, kusura bamya şimdi.. Elinizdekinin kıymetini bilin.. SPA mıpa hediye edin eşinize, sevgilinize..Megan Fox ile birlikte olsaydınız, sabah uyandığınızda yanınızda göreceğiniz kişinin son yüz halini aşağıdaki resme tıklayıp iyice bi inceleyin..

Vallahi kalpten hücceten gidiverirsiniz.. Uyarmadı demeyin, bak..

Kalın sağlıcakla..

MEGAN FOX EVRİMSEL DEĞİŞİM İZLENGESİ (lol)

Hamiş: Söz veriyorum artık Megan Fox hakkında yazmayacağımmm.. Benim içim daraldı yaw.. Ooooofffffff ://///