Ben başka birşeyden bahsedeceğim. Revenge adlı diziyi 2 sezondur takip ediyorum. Hikayesi, kurgusu ve sürpriz çıkışları ile eğlenceli bir seyirlik. Başroldeki Kanadalı oyuncu Emily VanCamp gerçekten güzel bir iş çıkarıyor. Oynadığı Emily karakterini sevmek ve sevmemek, bu karaktere acımak ile acımamak arasında kararsız kalmanızı çok dengeli bir biçimde sağlıyor. Dexter gibi bir karakter dizideki Emily Thorne karakteri de. Bazı bölümlerde "Yürü be.. Kim tutar seni" diye tezahürat yapmak geliyor içinizden, kimi bölümlerde "o ha ama artık!! İnsaf be yazık değil mi masum çocuğa?" diye tepki veriyorsunuz. Bunda oyuncunun minimal ve gerçekçi performansının yanı sıra yazarların ve yönetmenin katkısını görmezden gelmek imkansız.
Bildiğiniz gibi, yaratıcılık konusunda kısıtlı zamanlar geçirdiğimiz bu dönemlerde, televizyon kanalları Amerika'da zaten iş yapmış, Türkiye'de de (cnbc-e, digiturk, internet, vs) takip edilen dizilerin yerli versiyonlarını yapmayı daha kârlı görüyorlar ki geçtiğimiz yıllardaki çoğu manasız prodüksüyonun sebebi de bu zaten..
Bu sebeplerle, ABC kanalındaki "Revenge" isimli dizide bizde de KanalD tarafından "İntikam" adı ile yayına girmiş bulunuyor.
Eşim ve ben, Beren Saat'i severiz. Pozitif ve ılımlı enerjisi hoşumuza gider. Ayrıca, çok iyi bir kariyer planına sahip zeki bir genç kadın olduğunu da düşünüyoruz. Yani "kocasının yeğeniyle iş pişiren aşifte yenge" rolü üzerine yapışmadan "mağduriyetini ispat etmeye çalışan Fatmagül'e" dönüşmesi bir kenara, oradan intikam dizisindeki "kaderin iplerini eline almış soğukkanlı bir şekilde babasının öcünü almaya karar vermiş bir dişi Hamlet'e" geçiş yapması ancak iyi düşünülerek verilmiş bir karar olabilir. Ki helal olsun. Oyuncular arasında kariyer planlamasına bu kadar önem veren bir o, bir de Kıvanç Tatlıtuğ var. Ki dünyada buna "profesyonellik" deniyor.
Neyse, dağıldım gene.. Niye uyarmıyorsunuz be kardeşim? Biliyorsunuz ipin ucunu kaçırıyorum dalınca.. Aaaa.. Cık cık cık.... (Detektif Nick hep böyle derdi ya. Ha ha ha :D)
Dizi, konuyu "retarded" seyirciye anlatacağız gayesi ile ağır, aksak, itek kakak bir kurgu ile başladı.. Biz de meraktan oturduk birinci bölümü seyrettik.
Nefes darlığı çekerek ama eşim seyretmeye devam etmek istediği için sesimi çıkarmamaya çalışarak izlediğim diziden aklımda kalan tek bir şey var:
Nejat İşler'in zahmetsiz ve sade oyunu. Bir o kadar inandırıcı. Bir o kadar başarılı.. Yani kısaca her zamanki gibi..
Adam oynamaya çalışmıyor. Karakteri gerçek kılacak kadar abartısız bir performans ile herkesten rol çalıyor.
Oynadığı her dizide, her filmde böyle bu.
Dizi nihayet bittiğinde, Ocak ayının soğuğunda kapı pencere açıp nefes alıp verişim normale çevirmeye çalışırken kendime şunu sorarken buluyorum kendimi:
Orjinal dizideki oyuncuların hiç biri büyük film yıldızları omayacaklar. Büyük bütçeli, bol ödüllü prodüksüyonlarda hafızalara kazınan karakterler oynama şansı yakalayamayacaklar. Buna rağmen oynadıkları dizide karakterlerini mümkün mertebe gerçekçi ve sade bir performans ile oynuyorlar.
Ya bizde?
Amerika'da oyuncular prodüksüyonlarda yer alabiliyorlarsa kendilerine "working actor" demeyi tercih ederler çünkü iş bulamamış ve garsonluk yaparak geçimini sağlamaya çalışan bir sürü oyuncu vardır New York ve Los Angeles'ta. Kendilerini "sanatçı (artist)" olarak, yaptıklarını da "sanat (art)" olarak sıfatlandırmazlar. Kendilerinden aktör, yaptıkları işten " hüner/beceri (craft)" olarak bahsederler. Ayaklarının yere basması bundandır. Oyunculuklarının daha sade ve seyredilir olması da..
O yüzden helal olsun Nejat İşler'e.. (Köpek ile oynama sahnesi hariç. Ama o da kurgu da halledilemeyecek bir şey değil. Yönetmene her hafta 1,5 saatlik dizi çektirirsen kurgu da olması gerektiği gibi olmaz tabi). Boğulma riski ile seyrettiğim dizi içerisindeki tek gerçek ve inanılası karakteri yarattığı için..
Ama kimse kusura bakmasın, o bile bu diziyi tekrar izlemem için neden olamaz.